Londra Gezi Rehberi: Şehir Hayatının Zirve Noktası

Londra Gezi Rehberi için girişe tek bir cümle yazacak olsam o cümle şu olurdu: Londra gerçekten müthiş bir şehir. İddialı oldu di mi, ama cümlemin arkasındayım… Defalarca gidebileceğiniz, her gittiğinizde öncekilerden farklı onlarca aktivitede bulunabileceğiniz, her bir bölgesinde ayrı ayrı günlerinizi geçirebileceğiniz, farklı farklı yönleriyle bağ kurabileceğiniz, sıkılmanın imkansız olduğu, şehir hayatının zirve noktasını görebileceğiniz, gerçekten hakkındaki övgüleri ve gördüğü ilgiyi hak eden bir şehir. İnsanı öyle hissettiriyor ki, bu şehirde olunca tatmak isteyip de tadamayacağınız bir yemek, yaşamak isteyip de yaşayamayacağınız bir deneyim, görmek isteyip de göremeyeceğiniz herhangi bir şey yokmuş gibi! İnanılmaz kozmopolit ve göç alan bir şehir olmasının şehre çok büyük katkıları olmuş, her ulustan, her ırktan, her ülkeden insan yanında ülkesine özgü bir şeyleri bu şehre taşımış ve bu durum şehirde herhangi bir alandaki çeşitliliği çok üst düzey noktalara getirmiş. Ne bileyim Çin mutfağından spesifik bir yemek mi yemek istiyorsunuz, emin olun gerçekten iyi bir versiyonunu yiyebilirsiniz. Eski bir çizgi romanın çok özel bir sayısına mı erişmek istiyorsunuz, mutlaka bir dükkanda vardır. Bir akşam üstü aniden tiyatroya mı gidesiniz geldi, sorununuz güzel bir oyun bulmak değil var olan yüzlerce oyun içinden hangisinde karar kılacağınız olur…

Şahsen bana bu hisleri yaşatan bir diğer şehir olan New York’un (bu kadar Londra övsem de yine de kişisel bir numaram olarak durmaya devam ediyor) daha Avrupalı ve daha “kültürlü” kardeşi gibi tanımlayabileceğim Londra’yı görmekte çok gecikmişiz gibi hissettim, o yüzden gitme planları yapıyorsanız vize eziyeti sizi caydırmasın ve bir an önce plan programa girişin derim. Şimdi hazırsanız Londra Gezi Rehberi başlıyorrr

Başlamadan gelen not: Londra gezi rehberi okuyacak noktaya geldiğinize göre İngiltere vizesi alma sürecini detaylıca anlatan yazımıza bakmak işinize yarayabilir. Ayrıca bu geziyi ve aşağıda anlatacaklarımızı izlemek isterseniz sizi Instagram’daki sabit Londra storylerimize bekliyoruz, oradan da pek çok ipucu kapabilirsiniz.

Bu gezide de diğer tüm gezilerimizde olduğu gibi yurt dışında internet kullanımı için bir e-sim uygulaması olan Airalo’yu kullandık, çünkü operatörlerin internet&konuşma paketi ücretlerinden çok daha makul bir fiyata denk geliyor. Ne kadar süre ihtiyaç duyacağınıza göre istediğiniz paketi seçebiliyorsunuz, uygulamaya ve fiyatlara göz atmak için şuraya tık tık.IDIL8720” kodunu kullanırsanız Airalo’da kullanmak için 3 dolar siz 3 dolar biz kazanıyoruz gibi bir sistem de var bu arada, o da aklınızda bulunsun.

Londra Gezi Rehberi: Londra’da Nerede Kalınır?

Londra’da nerede kalacağınızı bulmak özellikle şehre ilk kez gidiyorsanız basbayağı panik sebebi. “Ulan bu ne böyle her yerde gezecek bir nokta var ben nerede kalacağım şimdi” gerilimini iliklerinize kadar hissediyor, bu şehirle başa çıkamayacak gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Neyse ki biz buradayız ve o paniği sizin adınıza yaşamamızın ardından size birkaç alternatif bölge önerebiliriz. Önerilere geçmeden önce şunu söyleyelim; ulaşım ağı çok iyi ve pratik olduğu için her nerede kalırsanız kalın metroya/otobüse yakın olduktan sonra aslında ulaşamayacağınız yer yok, nerede kalacağınız konusunda panik olmayı bırakabilirsiniz yani.

-Biz tam olarak şu evde kaldık ve evin harika konumundan da kendisinden de gayet memnun kaldık. İki banyosu olması, kendimiz şifreyle giriş çıkış yapabilmemiz, bir sorumuz olduğunda hızla dönüş almamız falan hep olumlu deneyimlerdi. Pek çok yere yürüyerek ulaşabildik, yürümek istemezsek yakınımızda metro ve otobüs durakları da vardı, ayrıca yeme içme ve alışveriş seçeneklerinin de göbeğindeydi, dolayısıyla kaldığımız yeri kesinlikle önerebiliriz. Tek eksisi asansörü olmamasıydı, ancak çok üst katlarda bir dairede kalmadığımız için bizim açımızdan koca bavullarımıza rağmen sorun yaratmadı. Bu arada check in saatinden erken giderseniz ya da check out saatinden sonra uçuşunuz varsa bavullarınızı bırakabileceğiniz bir yeri de var, bu da büyük avantaj oldu.

-Eğer bir sebepten bizim kaldığımız evi tercih etmez ya da yer bulamazsanız bizce Londra’yı ilk kez ziyaret edecek bir turist için konaklanabilecek en iyi bölgeler Covent Garden, Soho ve Westminster. (O bölgelerde zevkinize ve bütçenize göre booking araması yapabileceğiniz şekilde linkledik) Bunlar turistik bölgeler mi? Evet. Siz de turist misiniz? Evet. O zaman turistik bölgede kalıp gitmek isteyeceğiniz yerlere kolay, hatta rahat rahat yürüyerek erişmekte bir sakınca göremiyoruz……

Mayfair ve Marylebone tarafları da yine konaklamak için iyi sayılabilecek, merkezi bölgeler, buralarda konaklarsanız da yürüyerek birçok aktivitede bulunabilir, toplu taşımayla da sağa sola rahat ulaşabilirsiniz, yine booking sayfalarında arama yapabileceğiniz şekilde linkledik.

-Son olarak nehrin karşı tarafında konaklamayı düşünürseniz South Bank ve Southwark tarafları da bizim değerlendirdiğimiz konaklama alternatifleri arasındaydı. Karşı tarafı diyince uzakmış gibi gelmesin, aslında köprülerden geçerek (yürüyerek geçebiliyorsunuz) ya da metroyu/otobüsleri kullanarak şak diye turistik noktaların göbeğine ulaşıyorsunuz. Zaten bu tarafın kendisi de turistik, Tate Modern, Borough Market gibi yüksek ihtimalle yolunuzun düşeceği noktalar hep bu tarafta.

Londra Gezi Rehberi: Londra’da Ulaşım

Şehir İçinde Ulaşım ve Metro/Otobüs Kullanımı

Londra büyük bir şehir, haritada şöyle bir bakınıp “tamam abi buraya yürünür” dediğiniz yer bi’ bakıyorsunuz 1 saat uzaklıkta… İlk günler o “1 saat yürürüz ya şehri tanıyoruz canım ne var” diye hissetirse de günler geçtikçe ve gezi temposundan kaynaklı perişanlık dozu arttıkça o 1 saat mesafeler “EEHH BAŞLARIM 1 SAATİNE” deme noktasına getirebiliyor. Dolayısıyla yürümeye son derece elverişli bir şehir olsa da elbet bazı noktalarda bir toplu taşıma aracı kullanmanız gerekecek. Neyse ki ulaşım ağı da şahane olduğu için huzur içinde A noktasından B noktasına ulaşabilirsiniz, hemen detaylara girelim.

-Öncelikle biz bu şehirde herhangi bir ulaşım kartı satın almadık. “Oyster Card” adlı içine para yükleyerek kullanabildiğiniz kartı alsak mı diye değerlendirip vazgeçtik, çünkü zaten kartın kendisine de bi 7 pound gibi bir şey veriyorsunuz ve bu şehirde buna pek de ihtiyaç yok. Neden derseniz, çünkü hem metroda (onların deyişiyle “tube”) ve otobüste kredi kartınızı kullanabiliyorsunuz ve zaten herrrkes böyle yapıyor. Kimsenin özel bir ulaşım kartı aldığı yok. Özellikle şehri ilk kez ziyaret eden bir turist olarak zaten sağı solu daha rahat görebilmek için bol bol yürüyeceğinizi düşünürsek zaten siz de bizim gibi metroyu tahmin ettiğinizden daha az kullanacak olabilirsiniz.

-Benim gibi hafif anksiyeteli bilinmezlikten hoşlanmayan dostlar için detayını da anlatayım; metroya girerken ve çıkarken (evet çıkarken de, yani kartınızı çıkış için de hazırda tutun) kartınızın temassız özelliğini kullanarak okutuyorsunuz ve hopp kapıdan geçip gidiyorsunuz, saniyelik bir iş. İstanbul’da İstanbulkart okutmamızın kredi kartı ile yapılan versiyonu gibi düşünün. Benzer durum otobüs kullanımı için de geçerli, tek farkı otobüsten inerken bir kez daha kartınızı okutmanız gerekmiyor, sadece binerken yapmanız yeterli.

-Günlük kullanımda “daily cap” yani günlük sınır olarak açıklayabileceğim bir sistem var ve 1 gün içinde metroyu ne kadar kullanırsanız kullanın maksimum ödeyeceğiniz ücret şu an için 8,90 pound. Bu hangi “zone” yani bölgelerde hareket ettiğinize göre değişiyor ancak siz bir turist olarak yüksek ihtimalle Zone 1 ve 2’de vakit geçireceğiniz için bu rakamı baz alabilirsiniz. Daily cap’ten faydalanabilmek için gün içinde aynı kredi kartını kullanmanız gerekiyor, aklınızda bulunsun.

-Genel olarak otobüs biletleri metrodan daha ucuz, otobüsle biraz trafikte kalma durumları oluyor ama etrafı görerek gitmek, hatta mümkünse servisin en arkasına oturmaya çalışan çocuk hevesiyle gidip üst kattaki en ön koltuğa oturarak şehri izlemek bayağı keyifli. Bu arada ben o kırmızı otobüsleri “turist otobüsü” sanıyordum, meğer şehrin neredeyse tüm otobüsleri öyle 2 katlı kırmızı otobüsmüş? Demek boşuna şehrin simgesi olmamışlar….

-Önemli bir uyarı, şehir genelinde telefon hırsızlığı çok yaygın. Bu uyarıyı ulaşım bölümüne yazma sebebimiz metroda da bu olayın sık sık yaşanması. Mümkünse gitmeden ya da oradan telefonunuzu boynunuza asabildiğiniz askılardan edinin ve metroda telefonunuzu pek piyasaya çıkarmayın. Tam kapılar kapanırken telefonu elden kapıp kaçma olayı sık yaşanıyor. Dışardayken de özellikle bisikletli/motorlu kişilere dikkat edin, genel olarak uyanık olun yani, insan gezerken, fotoğraf çekerken ya da yolunu bulmaya çalışırken ekstra dalgınlaşabiliyor, telefonunuzu şak diye alırlar, Çin’e kadar ulaşmasını izlersiniz…. 

-Metro ve otobüs dışında Uber, Bolt ve Freenow gibi uygulamalar da gayet yaygın kullanılıyor, hatta birkaç kişiyseniz bazen metro kullanmaktan daha makul fiyatlara da denk gelebiliyor, aklınızda bulunsun.

Havaalanından Şehre Ulaşım

Londra’da Heathrow, Gatwick, Stansted gibi birden fazla havaalanı var ve havaalanından Londra şehir merkezine nasıl ulaşacağınız da tabii ki hangisine indiğinize göre değişiyor. Biz farkında bile olmadan Stansted Havaalanı’nda bilet almışız, dolayısıyla size onunla ilgili bilgi verebiliriz.

-Öncelikle başımıza şöyle iyi bir şey geldi; biz booking üzerinden otel rezervasyon yapınca booking bize hediye olarak bir ücretsiz havaalanı taksisi yolculuğu hediye etti? Bunu ne yapıp da hak ettiğimizi tam olarak bilmediğimiz için belki size de böyle bir şey denk gelir diye şöyle booking’in taksi sistemine ilişkin linkini bırakayım, size de öyle bir fırsat çıkar mı diye göz atarsınız.

-Bu bizi aşırı sevindiren fırsatı bir kenara koyacak olursak Stansted Havaalanı’ndan merkeze ulaşmak için Stansted Express’i kullanmak bir seçenek olabilir. Bu tren 48 dakika gibi bir sürede sizi Liverpool Street’e götürüyor, oradan itibaren yalnızsınız, her nereye ulaşacaksanız oraya ulaşmanın yolunu buluyorsunuz. Stansted Express’i daha uygun fiyata getirmenin yöntemi ise biletinizi önceden online olarak almak. Ne kadar önceden alırsanız o kadar uygun fiyata geliyor ve seyahat gününe ne kadar yaklaşırsanız fiyat o kadar tatsızlaşıyor gibi bir sistemi var. Bileti hangi güne alırsanız o gün istediğiniz saatte kullanabiliyorsunuz, yani illa belli bir saat seçmeniz gerekmiyor, o yüzden seyahat tarihiniz belliyse ve kesin olarak bu treni kullanacaksanız elinizi çabuk tutsanız iyi edersiniz.

-Eğer örneğin 3-4 kişilik bir grup halinde gidiyorsanız şehir merkezine ulaşmak için Uber, Bolt gibi uygulamaları kullanmak toplamda Stansted Express’e verilecek olan paradan daha uyguna gelebiliyor. Özellikle trenden indikten sonra otelinize/evinize ulaşmak için bir şeye daha binmeniz gerekecekse onun ücretinin de ekleneceğini düşünürseniz tek seferde Uber’le gidip paşalar gibi direkt otelinizin önüne gitmek tercih edilebilir. Özetle tren biletlerinin toplamı ile Uber’e verilecek para kıyaslaması yapmak iyi bir fikir, daha uygun olmasa bile kafa kafaya olabilir, kıyaslamayı unutmayın.

Londra Gezi Rehberi: Londra’da Gezilecek Yerler

Bakın baştan sizi uyarıyoruz, eğer aylarca falan kalmayacaksanız ilk Londra gezinizde şehrin her yerini görmeniz, her aktivitede bulunmanız im-kan-sız. Londra Gezi rehberi yazmak bile diğer şehirlerinkine göre çok daha uzun sürdü öyle düşünün…. Hiç boşuna kendinizi perişan etmeyin, gerçekten ilginizi çeken aktivitelere göre biraz eleme yapın, yoksa cidden çıldırırsınız. Biz 1 haftalık Londra gezimizde manyakça bir tempoda gezmiş olmamıza rağmen bir sürü aktiviteyi, görmek istediğimiz birçok bölgeyi “artık bi dahaki gelişte gezeriz” diye sonraya bıraktık ve bu durumla barıştık. Aşağıda Londra Gezi Rehberi kapsamında anlatacaklarımız bizim ilk Londra gezimizde görmek istediğimiz yerler seçkisinden oluşuyor, bu anlat anlat bitmeyecek şehirde aşağıda yer almayan yüzlerce aktivite vardır….. Özellikle müzeleri iyi araştırın, bizim aşağıda bahsetmediğimiz ve spesifik ilgi alanlarına hitap edebilecek pek çok müze olduğuna eminiz.

Genel olarak özellikle günübirlik Thames Nehri üzerinden tekne ile Greenwich’e gitmek, Oxford, Stonhenge gibi başka şehir/bölge gezilerine çıkmak, bunun organizasyonuyla uğraşmamak ya da Harry Potter Warner Bros Stüdyoları’nı gezmek, Friends Experience’a katılarak Friends dizisindeki evde/kafede vakit geçirmek gibi farklı aktivitelerde bulunmak ve muhtemelen aklınıza bile gelmeyen yeni şeyler keşfetmek için bu siteden faydalanabilirsiniz. Arada Downton Abbey temalı tur bile gördüm, bu aklıma gelmezdi şahsen lol….Burada söz etmediğim ama şehre özgü birçok aktivite, gezi ve tur mevcut, müzikal/tiyatro gibi şeylere de buradan göz atabilirsiniz. Çoğunlukla ücretsiz iptal seçeneği de sunduğu için güzel bir alternatif, herhangi bir tur vs seçerken yorumlarını incelemeyi unutmayın ama.

Londra’nın En Ünlü Müzeleri

Konuya kontrolü kaybetme ihtimalinizin en yüksek olduğu yerden başlayalım, Londra’nın müzeleri. Önce sizi çok memnun edecek bir şey söylüyoruz, aşağıda bahsedeceğimiz müzelerin tamamı ücretsiz? Dünyanın dört bir yanında eser “çalmakla” suçlanan British Museum’ın gerilimi hafifletmek için eserleri “insanlığa armağan” olarak sunma gayesiyle başlayıp diğer müzelere de yansıtılan bir durum mu oldu, yoksa bağışlar aracılığıyla daha fazla para kazanıldığını falan mı tespit ettiler inanın hiç bilmiyoruz. Ama Londra gibi pahalı bir şehirde bir turisti acayip mutlu eden bu durumu burada pek de fazla sorgulamayacağız, bize uyar…… 

Şimdi bu kadar iyi bir şey söylemenin ardından kötü 2 şeye geçiyoruz. 1. Müzeler İNANILMAZ büyük. Yani saatleri geçtim, günlerinizi geçirebilirsiniz seviye büyük, dolayısıyla planlı programlı ilerlemenizde fayda var. (Kötü sayılmaz aslında di mi) 2. Ücretsiz olmaları sebebiyle genelde ÇOK kalabalıklar, bazılarını gezerken “ulan ücretli olsa daha mı iyiydi sanki” diye düşündürdüğü bile oluyor. Önerimiz, kalacağınız süreye göre en çok ilginizi çeken müzelere öncelik vererek sırf ücretsiz diye her bir müzeyi yalandan gezmeye çalışmamanız. Hatta müzeleri gezmeden önce içlerinde ne var ne yok şöyle bir bakınıp daha çok ilginizi çeken eser/kat/odaları biraz olsun tespit etmeye çalışırsanız en azından gerçekten görmek istediğiniz bi’ şeyleri gözden kaçırmazsınız. Tekrar hatırlatıyorum, bu şehre 1 kez gelerek her şeyi yapıp bitiremezsiniz, bu fikirle barışın. Sizi ikna etme çabalarımızın ardından şimdi müzelerimize geçebiliriz.

British Museum

Dünyanın en ünlü müzesi olma ihtimali çok yüksek olan British Museum, milyonlarca (evet milyonlar) eserden oluşan koleksiyonuyla insanlık tarihi ve kültürünü geçmişten günümüze sergileyen müthiş bir müze. İçeride ülkemizden de yüzlerce eser göreceksiniz, Antik Mısır uygarlıklarından da, Asya, Afrika ülkelerinden de, aklınıza ne gelirse! Zaten “çalmakla” suçlanıyor olmaları da tam bu sebepten, özellikle koca koca sunakları, dev gibi firavun heykellerini, ne bileyim Acropolis’in, Parthenon’un parçalarını gördükçe “bunları nasıl, neden, ne hakla buraya getirmişler yahu” düşüncelerine kapılmamak gerçekten elde değil. Onlar da bu tartışmaların son derece farkında olacaklar ki müzede bu konuya ilişkin açıklamalar getiren ve “tartışma ortamını kucaklayan” broşürler de mevcut.

İşin tartışma tarafını bir kenara koyacak olursak bizce Londra’da 1 müzeyi ziyaret etme hakkınız varsa hakkınızı buradan yana kullanabilirsiniz. 

Cuma hariç her gün 17:00’ye, Cuma günleri ise 20:30’a kadar açık. Ücretsiz olsa da çok kalabalık dönemlerde öncelikli giriş hakkı için sitelerinden bilet edinebilirsiniz.

National Gallery

İhtişamlı Trafalgar Meydanı’nda bulunan National Gallery şehrin en ünlü müzelerinden bir diğeri. İçeride Jan van Eyck’ın The Arnolfini Portrait’ından tutun (görünce tanıyacaksınız, adını ben de bilmiyormuşum) Van Gogh, Caravaggio, Rembrandt, da Vinci, Velazquez eserlerine kadar daha burada saymadığım ama görünce sırf o tabloları kendi gözlerinizle gördüğünüz için bile tüylerinizi diken diken edecek eserler var. Yine çok büyük, yine gezmek çok zor, o yüzden kısa sürede şöyle bir gezip çıkamayacağınızı göz önünde bulundurarak gitmenizde fayda var. Bu müze için de özellikle şehrin daha kalabalık bir döneminde gidiyorsanız önceden sitelerinden ücretsiz bilet edinilebilir.

National Gallery Cuma hariç her gün 17:00’ye, Cuma günleri ise 21:00’e kadar açık.

-Buradayken müze ziyaretinizi National Portrait Gallery ile birleştirebilirsiniz.

Natural History Museum

Gezmekten çok keyif aldığımız Doğa Tarihi Müzesi’ni dolaşırken aklımdan hep “çocukken buraya gelsem amma da büyülenirdim” düşüncesi geçti durdu. Müzenin çocuklar için olduğunu ima etmiyor ve bir yetişkin olarak da kesinlikle ziyaret etmeye değer olduğunu düşünüyorum, ancak bir çocuğun gözünden ne kadar muhteşem bir deneyim olabileceği de hep aklımın bir köşesindeydi. Sırf dinazorlara ilişkin bölümü gezmek bile başlı başına büyük bir keyif, daha müzeyi dışarıda gördüğünüzde bile yarattıkları atmosferden, harika bir mimariye sahip binasından etkilenmemek elde değil, ilginizi çekiyorsa kesinlikle vakit ayırmaya değer.

Her gün 17:50’ye kadar açık ve tabii ki yine ücretsiz.

Victoria and Albert Museum

Bir günde iki dev gibi müze gezmenin perişan edici bir deneyim olması sebebiyle Natural History Museum ile Victoria and Albert Museum’ın yan yana oldukları haberi sizi sevindirecek mi üzecek mi bilemiyoruz, ama durum bu… Londra’nın en ünlü sanat müzelerinden biri olan V&A, yine saatlerinizi geçirebileceğiniz, devasa bir koleksiyona sahip, dolayısıyla öncesinde sitesinden ne kadar ilginizi çektiğine göre burayı ilk Londra gezinizde ziyaret edip etmeyeceğinize karar verseniz iyi edersiniz.  

Cuma hariç her gün 17:00’ye, Cuma günleri ise 22:00’ye kadar açık.

Tate Modern

Bu gezide gitmeyi başarabildiğimiz son müze olan Tate Modern yukarıda söz ettiğimiz müzeleri baz alınca nehrin diğer tarafında kalıyor ve Millenium Bridge üzerinden yürüyerek geçmek hoş bir Londra deneyimi yaratıyor. Bir modern sanat müzesi olan Tate’i konuya biraz olsun ilginiz varsa duymamış olmanız zaten imkansız gibi bir şey, sanıyoruz MoMA’dan sonra bu alandaki en ünlü müze olabilir. İçeride Marcel Duchamp’ın sansasyonel “eseri” Fountain’dan tutun, Jackson Pollock, Andy Warhol, David Hockney gibi isimlere kadar yine alanında dev isimlerin eserlerini görebilirsiniz, ve evet, yine ücretsiz olarak.

Bu gezi kapsamında ziyaret edebildiğimiz müzeler bu kadardı. Elbette bunlar dışında ücretli ve ücretsiz pek çok müze var. Science Museum, Design Museum, Saatchi Gallery, Tate Britain (Tate Modern başka), Imperial War Museum, Somerset House gibi onlarca farklı ilgi alanına hitap edebilecek müze/sergi alanı var, dolayısıyla bizim ziyaret ettiklerimiz dışında kişisel ilgi alanınıza göre hoşunuza gidebilecek bir şeyler var mı mutlaka bakının.

Londra’da Gezilecek Yerler

Londra Gezi Rehberi kapsamında müzeleri halletiysek biraz da Londra’da gezilecek yerlere, şehri tanımak, keşfetmek için bulunabileceğiniz aktivitelere bakalım. Bu bizim ilk Londra gezimiz olduğu için burada size bol bol turistlik yaptıracağız, arada bir seviye daha turistik olmayan noktalara da taşacağız ama çoğunu ilk kez Londra’ya giden birinin görmesinin mantıklı olabileceği yerler olarak değerlendirebilirsiniz.

-Londra’da olduğunuzu size iliklerinize kadar hissettirecek, bol kırmızı telefon kulübeli, bol kırmızı iki katlı otobüslü, “fotoğraf çekmeden duramıyorumlu” bölgemiz ile başlayalım; Westminster. Bölgede bulunabileceğiniz en ünlü turistik aktivite tabii ki şehrin simgelerinden biri olan Big Ben’i görmek. Aslında Westminster Sarayı’nın (aynı zamanda parlamento binası) saat kulesinin, hatta o saat kulesinin “çanının” adı olan Big Ben zamanla tüm yapıyı belirtmek için kullanılır hale gelmiş. Parlamento binasının yanında kalan ihtişamlı kilise ise Westminster Abbey, burayı Kate Middleton ile Prens William’ın (prensin adını Google’dan baktım, resmen Kate Middleton’ın şanı öne geçmiş) evlendiği yer olarak da hatırlayabilirsiniz, şahsen benim varlığından haberdar oluşumun sebebi buydu… Enteresan bir bilgi olarak Newton, Darwin, Charles Dickens ve hatta Hawking gibi ünlü isimlerin de burada gömülü olduğunu öğrendik, sizinle de paylaşmadan geçmeyelim.

-Tüm turistliğimiz ile devam ediyoruz, dünyanın en İngiliz yerinde, Buckinhgam Palace’tayız. Baştan söyleyelim, kral falan değilseniz sarayı öyle her istediğiniz zaman girip gezemiyorsunuz, dışardan görmek serbest ama yalnızca Temmuz-Eylül ayları arasında, onda da yalnızca “State Rooms” bölümü ziyarete açılıyor. Ama ilginizi çekerse sarayın önünde gerçekleşen asker değişim törenini izleyebilirsiniz ki o da enteresan bir deneyim oluyor çünkü biz 2 asker yalandan şovlu yer değişicek falan gibi bir şey beklerken DEV bir organizasyon, bandolar, ne bileyim ATLAR falan ve pek tabii büyük hevesle bekleyen anormal bir kalabalık ile karşılaştık. Pazartesi, Çarşamba, Cuma ve Pazar günleri 11:00’de, diğer günler ise 15:00’te tören oluyor, eğer iyi yer kapmak istiyorsanız en az bi’ yarım saat öncesinden gitmekte fayda var. Kalabalığını Tarkan halk konseri veriyormuş gibi düşünebilirsiniz, bu kadarına biz de şaştık doğrusu….Bu seremoni sonrasında sarayın önünde uzanan yoldan yürüyerek St James Park’a gidip bi sakinleşerek kafanızı dinleyebilirsiniz, oraya doğru yürürken sarayı da daha rahat görmüş olursunuz.

-Şehrin bir diğer sembolü olan Tower Bridge yaya trafiğine de açık, biz aşağıda detaylarından bahsedeceğim Borough Market’a doğru yürürken köprüye şöyle bir uzaktan baktık, nehir kenarında güzel bir noktadan fotoğrafladık, hevesimizi aldık, o bize yetti. Ama illa da üstüne çıkacağız derseniz bunu yapabiliyorsunuz ve kimse siz tutamaz, biz yapmadık, işte özgür irademizi kullanabildiğimizi fark ettiğimiz bir an…..

-Filmlerde gördüğünüz Londra görüntüsünün bir parçası olarak tanıyacağınız heybetli mi heybetli St Paul’s Cathedral’ı dışarıdan şöyle bir görebilirsiniz, içini ziyaret etmek, gezmek ücretli, aklınızda bulunsun.

-Şehrin ünlü sokak ve meydanlarını gezmek aslında size bir gezme rotası da çıkardığı için şehri tanımak adına güzel bir planlama yöntemi oluyor. En ünlü ve turistik caddeler Oxford Street ve Regent Street. Bunlar aynı zamanda Londra’da alışveriş yapmak için de çok ünlü ve çeşitlilik sunan noktalar. En ünlü meydanlar ise Trafalgar Square, Leicester Square (lestır square diye okunuyor olması çıldırtıcı değil mi) ve mini Times Square şeklinde bir benzetme yapabileceğimiz Piccadilly Circus.

-Şehrin en kıskandığımız özelliklerinden biri olan parklarında vakit geçirmezseniz üzülürüz… Şöyle kahvenizi ya da biranızı, atıştırmalığınızı falan kapıp çimlerde tatlı tatlı aylaklık edebileceğiniz bir hava durumuna denk gelmenizi gönülden diliyoruz…. Bunun için şehrin dünyaca ünlü parkı Hyde Park tabii ki akla gelecek ilk seçenek. Oraya kadar gitmişken parkın içindeki “Speakers’ Corner”ı görmeyi de ihmal etmeyin, Karl Marx, Lenin, George Orwell gibi isimler daha önce bu noktada konuşma yapmışlar, bunu bilerek orada bulunmak süper? Bunun dışında ünlülerle karşılaşma ihtimalinizin gayet yüksek olduğu Regent’s Park, “şehrin silüetini izleyerek chilleme noktası” diyebileceğimiz Primrose Hill ve Holland Park da seçenekleriniz arasında olabilir. Kensington Gardens’a gidecek olursanız da kapsamındaki Serpentine Galleries’i ücretsiz olarak ziyaret edebilirsiniz, dönemsel olarak hoş yerleştirme ve sergiler oluyor. Son olarak Walkie Talkie olarak da bilinen gökdelenin tepesinde yer alan Sky Garden da farklı bir deneyim olabilir.

-Amerika’dakilerle aynı seviyede bir Chinatown’la Avrupa’da ilk kez karşılaşmış olmanın verdiği hevesle buradaki Chinatown’u görmeniz, hatta mümkünse burada ilginizi çeken bir restoranda bi’ şeyler yemeniz konusunda ısrarcıyız. Otantik görüntüsü, renkli fenerleri, koca koca kapıları ile (hani şu Çin mahallesi girişlerinde ihtişamlı ve renkli dev kapılar olur ya, anlatmak güç doğrusu) gerçekten de sokaklarında dolaşmak hoş bir deneyim. Gerrard Street ve civar sokaklarını baz alırsanız zaten burayı dolaşmış olursunuz, endişe etmeyin Çin Mahallesi sınırları içinde olduğunuzu ayırt etmemeniz imkansız.

-Thames Nehri kıyısında yer alan, yapımı 1500’lü yılların sonlarına dayanan (arada yanmış, tekrar yapılmış falan gibi durumlar yaşanmış) ve Shakespeare’in oyunlarının sergilendiği ilk yer olarak kültür sanat dünyası açısından büyük önemi olan Shakespeare’s Globe’u mutlaka şöyle bir görün, hatta eğer mümkünse orada bir oyun izlemek için bilet kapmayı ihmal etmeyin. Ayakta izleyenler için 10 pound civarı fiyatı olan biletler satıldığı bize çok kez söylendi, maalesef vaktimiz olmadığı için çok üstünde duramadık, belki hiç olmadı öyle bir şey yaparsınız? 

-Şehrin en önemli konser salonu olan, hatta “the Holy Grail for musicians” diye bile bahsedilen, dünyaca ünlü isimlerin sahneye çıktığı Royal Albert Hall’u da kendi gözlerinizle görmeyi ihmal etmeyin. Etrafındaki apartmanlar da çok güzelmiş, çok aklımda yer ettiler niyeyse….

Brutalist mimarinin etkileyici bir örneği olan The Barbican Centre’ı bizce mutlaka görün, özellikle iç avlusunu. İçeri girmeniz garipmiş gibi hissettirebilir, öyle hissetmenize gerek yok, herhangi bir ücret ödemeden girip görebilirsiniz, post apokaliptik film seti gibi görüntüsü ile bizce kesinlikle ilginizi çekecektir.

-Gözlerimizin Hugh Grant’i aradığı ve bunun pek de normal olmadığını fark ettiğimiz Notting Hill bölgesi gerçekten de filmlerde gördüğünüz kadar güzel, buna şüphe yok, o yüzden en az yarım gününüzü buraya ayırmak kesinlikle güzel bir fikir. Bölgenin insanda oralarda yaşama isteği uyandıran bir havası var, pastel tonlardaki tatlı, kısa kısa evleri, şirin sokakları ile Londra’nın en pozitif hissettiren bölgelerinden biri olabilir. Eğer bu bölgeyi ziyaretinizi Cumartesi gününe denk getirirseniz bölgenin ünlü sokak pazarı Portobello Road Market’ın da en aktif olduğu güne denk gelmiş olursunuz. Doğruyu söylemek gerekirse biz marketi biraz tırt bulduk ama sevdiyseniz de kızmayın lütfen herkesin zevki kendine, biz de böyleyiz napalım….Cumartesi dışındaki günlerde giderseniz biraz daha az kalabalık olacaktır, şahsen biz tercihimizi Cuma gününden yana kullandık. Bunun dışında Lancaster Road, St. Lukes Mews ve Westbourne Grove gibi sokakları baz alarak da bölgeyi keşfedebilirsiniz. 

-Keşfe çıkabileceğiniz bir diğer bölge olan Shoreditch daha bölgeye ayak bastığınız anda Londra’nın geri kalanından farklı bir havası olduğunu hissettiriyor. Notting Hill’deki şirinlik burada yok, burası daha “cool” ve daha “Londralı sanatçılar burda mı yaşıyordur” havası veriyor. Tuğla binalar, murallar, grafittiler, hatta daha kendine özgü tarza sahip insanlar ile çevrelendiğinizi fark ediyorsunuz, kesinlikle hissiyat olarak daha başka bir Londra yani. Bu bölgeyi dolaşmaya Brick Lane tarafından başlayıp Redchurch Street’te şöyle bi dolanabilir ve ardından bölgenin en güzel food market’larından biri olan Spitalfields Market’e doğru yol alabilirsiniz. Eğer Shoreditch ziyaretinizi bir Pazar gününe denk getirirseniz Columbia Road Flower Market’ı da dolaşabilirsiniz. Aşağıda size bu bölgede yer alan güzel birkaç restoran da önereceğiz.

-Londra Gezi Rehberi kapsamında anlattığımız bölgeler bitmiyor, bitmeyecek, burası Londra, sonsuz bir aktivite cenneti… Bu sefer Camden Town’a gidiyoruz. Regent’s Park ve Primrose Hill yakınlarındaki Camden, daha alternatif, daha “punk”, bunu bölgenin ana caddesi sayılabilecek High Street’e ayak bastığınız anda anlıyorsunuz. Sokakta içki içmek için 1 pound verir misiniz diye dolaşan insanlara denk gelebileceğiniz türden. Ama aynı zamanda son derece de turistik, çünkü yine bize çok da hitap etmemiş olsa da Camden Market’ta kurcalayacak çok fazla şey var, yani gezilecek yerler arasına burayı da alabilirsiniz. Amy Winehouse’un evinin de olduğu bölgede Stables Market’in içinde kendisinin bir heykelini de görebilirsiniz. (Heykeli pek şahane bulmasak da Amy Winehouse’un boyuyla birebir aynı olduğu bilgisi enteresan) The Hawley Arms adlı pub’da Amy’nin sık sık gittiği bir pub olması ile ünlenmiş, vaktiniz olursa oraya da uğrayabilirsiniz.

Londra Gezi Rehberi: Kısa Kısa

The Beatles’ın yaya geçidindeki ünlü fotoğrafının çekildiği yer olan Abbey Road biraz rotamız dışında kalınca orayı göremedik, siz planınıza uydurabilirseniz gözden kaçmasın.

-Neal’s Yard adlı küçük, tatlı ve günümüz deyişiyle bir “instagram noktası” olarak değerlendirilebilecek avluya kafa uzatmayı unutmayın, küçük ama tipi gerçekten de filmlerden fırlamış gibi.

-Covent Garden bölgesinde dolanırken (yukarıda bahsettiğimiz yerleri gezmek için bu bölgeden mutlaka yolunuz geçecek) Covent Garden Market’ı da şöyle bi’ dolanabilirsiniz.

Kings Cross Station’da Harry Potter fanları için heyecan yaratabilecek bir şey var; Platform 9¾, fotoğraf çektirmek için gidilebilir, bu civarda bir Harry Potter Shop da mevcut. Şehir genelinde başka Harry Potter temalı ürünler satan dükkanlara da denk geleceksiniz.

-Şehrin bir diğer simgesi olan London Eye’ın (hani şu dev dönme dolap) dönüş hızına şok olduk…. Binmedik bu arada uzaktan gözlemledik, amaç manzara izlemek olunca o hız mantıklı tabii siz bize bakmayın. İlginizi çekiyorsa bir tur yarım saat sürüyormuş, şehre tepeden bakma heveslilerini memnun edebilir.

Sherlock Holmes Museum’a gitmedik, meraklıları için varlığını belirtmek adına söz etmeden geçmiş olmayalım.

Londra Gezi Rehberi: Londra’da Ne Yenir?

Londra’da ne yenmez diye başlık atsak inanın çok daha kısa bir liste olurdu, çünkü bu kadar kozmopolit bir şehir olmasının getirisi olarak şehirde yeme içme konusunda inanılmaz bir çeşitlilik var. Eğer herhangi bir yemeği Londra’da bulamıyorsanız öyle bir yemek yoktur demektir….. O yüzden “Londra’nın en iyi restoranları” gibi başlıklar atmak, şehrin “en iyilerini” bulduğunuzu iddia etmek gerçekten de mümkün değil, burada sonsuza kadar yeni bir şeyler deneyerek hayatınızı sürdürebilirsiniz. Dolayısıyla aşağıda anlatacaklarımız bu Londra gezimizde keşfedip sevdiğimiz mekanlar, hiçbirinin “en iyi” olduğu gibi bir iddiamız yok, ancak “çok iyi” olduklarını iddia etmekten de çekinmeyeceğiz…

*Günün ilk saatlerinden başlayalım, bakery/fırın cenneti bu şehirde çok çok iyi hamur işi ürünleri deneyebileceğiniz onlarca yer var. Bunlar arasından favorimiz Fortitude Bakehouse oldu. (Cinnamon sticky bun deneyin lütfen) Bunu dışında Arome’da honey butter toast, St John Bakery’de az ama öz malzemeli güzel bir sandviç, Buns from Home’da içi dolgulu olan tatlılardan (diğerleri güzel değil, önerimiz dışına çıkmayın bizce) gayet güzel seçenekler. Aşırı koşturmalı programımıza vakit ayırıp deneyemediğimiz ve aklımızda kalan yerler ise The Dusty Knuckle (feta honey swirl), TOAD, Pophams (bacon&maple swirl) ve E5 Bakehouse oldular. Yanlarında yazanlar da denemeye heveslendiğimiz ürünleri.

*Klasik bir “English breakfast” denemek isterseniz bunun için en ünlü yerlerden biri Regency Cafe. İçeride sıraya giriyor, ayakta sipariş veriyor, size bas bas bağıran o gergin kadının bunu yapmaktan çok keyif aldığını belli eden azarlamalarını dinliyor ve sabah kahvaltısında ŞEKERLİ FASULYE yemenin tadına varıyorsunuz….. Şaka bir yana, şahsen kahvaltı olarak bize pek hitap etmese de kültürel deneyim olarak hoştu, ayrıca illa klasik bir menü yemek zorunda değilsiniz, tabağınızın kontrolü sizde, istediğinizi seçin. Buraya alternatif olarak E Pelicci’nin English breakfast’ı da seviliyor, orayı da deneyebilirsiniz. Yok kardeşim kahvaltımın da İngiliz olması şart değil derseniz Eggslut ve Granger & Co daha yumurtalı mumurtalı kahvaltı yapabileceğiniz iki seçenek, biz Eggslut’ın “Fairfax” sandviçine bayılıyoruz…..

*Kahve için tartışmasız favorimiz Monmouth Coffee oldu, çok kahve sevdalısı değilseniz burada bi’ deneyin, artık burda da sevmezseniz net olarak kahve sevmiyorsunuz demektir, zorlamanın alemi yok, çay içersiniz… Bunun dışında Rosslyn, % Arabica, Omotesando, Ozone, Watchhouse, The Gentleman Baristas, Redemption Roasters, Kaffeine ve Algerian Coffee Stores (burası biraz daha geleneksel havada) gün içinde gidebileceğiniz kahveciler. Kahveciler genelde bizde olduğu gibi geç saate kadar açık değil, saatlerini kontrol etmeden gitmeyin yani. Blank Street adlı kahveci zinciri genelde daha geç saatlere kadar açık, aklınızda bulunsun.

*İngiltere’ye gitmişken mutlaka Hint mutfağından bir şeyler denemenizi de öneriyoruz, ciddi bir Hint kökenli vatandaş popülasyonu olduğu için Hint restoranlarının çok iyi örnekleri var. Eğer biraz daha “batılılaştırılmış” bir versiyonunu denemek isterseniz Londra’nın Hint restoranı zinciri, “McDonalds of Indian food” esprilerinin konusu Dishoom’a, bizim Londra gezimizde ennn beğendiğimiz restoranlardan birini denemek isterseniz The Tamil Prince’e ve biraz daha üst düzey, hatta Michelinli bir versiyonunu denemek isterseniz de Gymkhana’ya gidebilirsiniz. Hint mutfağına hakim değilseniz ilk kez denediğinizi belirterek çalışanlara önerilerini sormaktan kaçınmayın, gayet güzel yönlendirmelerde bulunuyorlar. Instagram’daki sabit storylerimizde buralarda tam olarak neler yediğimizi paylaştık, oradan da fikir edinebilirsiniz.

*Burgercilerden en sevdiklerimiz Black Bear Burger ve Bleecker Burger oldular. Şehirde birçok Five Guys şubesi olduğu gerçeğini de sizden saklamayacağız, fast food zincirlerinin şahıdır, denemediyseniz bizce deneyin ve neden gelip de burada bir fast food zincirinin burgerini önerdiğimizi anlayın…

*Fish and chips pek bizlik bir lezzet değil… İngiltere’de denemeden önce de böyle düşünüyorduk, denedikten sonra da düşüncemiz değişmedi. Ancak İngiliz mutfağının ve ülkenin pub kültürünün ünlü bir yemeği olduğunu düşünerek yine de denemek istedik. Listemizdeki Ken’s Fish Bar, Brockley’s Rock ve Poppies seçenekleri arasından en popüleri olan Poppies’le karşılaşınca oradakini denemiş bulunduk. Açıkçası oldukça yavan bir tadı olduğunu düşünüyoruz, yine de denediğimize memnunuz, artık sevip sevmeyeceğinize kendiniz karar vereceksiniz.

*Çeşitli mutfaklardan öneriler verecek olursak, Akdeniz mutfağına odaklanan OMA’yı listenizin üstlerine almanızı önererek başlayabiliriz. Acı eşiğiniz yüksekse Speedboat Bar’da Thai mutfağı, Akara’da Afrika mutfağı, rezervasyonsuz gitmenin imkansız olduğu Brat’te Bask mutfağı ve şehrin ikonik restoranlarından St John’da az ama öz malzeme ile yapılmış geleneksel Britanya mutfağı yemeklerinden tadabilirsiniz. Bir akşam yemeği hakkınızı sokağından geçerken bile kokusuna vurulacağınız Smokestak’ten (pastrami nefisti) yana kullanabilir, o taraflara yolunuz düşerse Xi’an Impression’da “hand pulled noodle” yiyebilirsiniz. Şehrin ünlü restoranlarından BAO’yu önermeyecek kadar sevmedik diyemeyiz, ancak övüldüğü kadar bir olayı olduğunu da düşünmedik, yine de ilginizi çekerse deneyebilirsiniz. Son olarak Udon seviyor ya da denemek istiyorsanız Koya’da çok güzel ve taze versiyonlarını yiyebilirsiniz.

*Şehrin ünlü “food market”lerinde vakit geçirmeden dönmek de olacak iş değil, hatta mümkünse bayağı açken, danalar gibi yemeye hazır bir şekilde gidilmeli… Çeşitli mutfaklardan birçok mekanı bir arada bulabileceğiniz bu koca koca marketlerin en popüleri kesinlikle Borough Market. Burada The Black Pig’den bir sandviç, Kappacasein’den tost, Bread Ahead’den donut, Tacos Padre’den taco ve Howard Oysters’dan istiridye denemeniz önerimizdir, bunlar dışında hala midenizde yer kalırsa öncelikle sizi tebrik eder, sonrasında ne yiyeceğinizin tercihini size bırakırız…. Alternatif olarak Spitalfields Market da güzel bir seçenek, orada bir şeyler deneyebilirsiniz, bizce mümkünse her ikisine de gidin. Spitalfields’ın sadece yeme içme marketi değil tasarım ürünler, çeşitli giyim/tasarım mağazaları barındıran bir yer olduğunu da ekleyelim, yani burada uzun zaman geçirme ihtimaliniz yüksek.

*Pub konusunda yanlış bir karar vermeniz imkansız gibi bir şey, şehirde herrr yer pub, her akşamüstü sokaklar bira içen, sohbet eden insanlarla dolup taşıyor, tam olarak kültürlerinin bir parçası haline gelmiş, yani direkt şurası hoşuma gitti oraya oturayımcılık yapabilirsiniz. Ancak illa öneri isterseniz The George ya da Churchill Arms turistik de sayılabilecek, sevilen seçenekler. Daha kokteyl odaklı öneriler isterseniz Seed Library, Satan’s Whiskers, Bar with Shapes For a Name, Swift gibi yerleri de değerlendirebilirsiniz.

Londra Gezi Rehberi: Londra’dan Günübirlik Gidilebilecek Yerler

Londra’nın kendisiyle başa çıkmayı başarabildiyseniz şehirde günübirlik olarak gidebileceğiniz pek çok yer seçeneği de mevcut. Kısa sürede daha çok yer görmek gibi bir isteğiniz varsa günübirlik turlara da katılabilirsiniz, yok kardeşim ben kendim trenle/arabayla sakin sakin gezerim derseniz gezinizi kendiniz de organize edebilirsiniz. Tren ile 50dk gibi bir mesafede olan Oxford, yine 50 dakika gibi bir mesafede olan Cambridge, 1-1,5 saat mesafede olan Bath ve Stonehenge Londra’dan günübirlik ziyaret edebileceğiniz bazı yerler. Ayrıca Brighton ya da Bristol gibi şehirlere de geçebilirsiniz. Şuradan birkaç destinasyonu bir arada gezebileceğiniz turlara da göz atabilirsiniz.

Londra Gezi Rehberi: Birtakım İpuçları

-Londra gezi rehberi içeriğimizi buraya kadar okuyanlar için çok önemli ve gözden kaçırılabilecek bir bilgi: Prizler Türkiye’den farklı…. Ona göre dönüştürücü gibi şeylerden almayı unutmayın, olur da unutursanız orada pek çok yerde satılıyor, defalarca kez karşımıza çıktı, çok da panik olacak bir durum yok.

Londra’da ne kadar kalınır sorusunun cevabını içimizden geldiği gibi AYLARCA şeklinde cevaplayamayacağımıza göre şöyle söyleyelim; en azından turistik noktaları ve bazı bölgeleri biraz olsun tanıyabilmek adına 1 haftadan aşağı kalınmaz…… O kadar vaktiniz yoksa eleme yapmak lazım, zaten ilk gidişte her şeyi görmek imkansız.

-Şehirde pek çok yerde nakit kullanılmıyor. Bazı yerlerde tamamen reddediyorlar, bazı yerlerde “tam para” verirseniz kabul ediyorlar, bazı yerlerde ise kabul ediyorlarsa bile “aa hadi ya nakit mi kullanıyosun cidden ZAVALLI” gibi bir modda kabul ediyorlar, dolayısıyla yanınızda biraz olsun nakit götürseniz de çoğunlukla kredi kartı kullanmanız gerekeceğini hatırlatalım.

-Biz Londra’nın hava durumu konusunda çok şanslıydık, çünkü her günü güneşli geçirdik? Ancak 1 kez 10 dakika süren manyakça bir yağmura yakalandık ve bir yerin altına sığınarak herkesin dakikalar içinde sırılsıklam oluşuna şahit olduk. Özetle buranın havasının sağı solu belli olmuyor, siz yanınıza yağmura yönelik bir şeyler alın, işi şansa bırakmayın. 

-Londra Gezi Rehberi içeriğimizin sonlarına gelmişken bir uyarıyla kapanış yapalım. Her büyük şehir gibi Londra’da sizi kandırmak isteyen şrfsz ve kötü niyetli insanlar olabiliyor, özellikle turist olduğunuzu tespit ederlerse. Örneğin bizim yanımıza gayet resmi kıyafetli, hatta üstünde güvenli kamerası falan varmış gibi görünen bir adam yaklaşıp “yere çöp attınız gördüm, ceza ödeyeceksiniz” diye tutturdu. Öyle resmi görünüyordu ki çöp möp atmamış olmamız rağmen ilk başta panik olduk, sonradan polis çağıracağımızı söyleyip rastgele bir mekana girmemizin ardından bizi darlamayı bırakmasıyla beraber dolandırıcı olduğuna emin olduk. Aralarda “my frienddd aramızda çözelim polis çağırırsan o benden daha çok para alır pişman olursun” gibi dolandırıcı olduğunu belli eden düşük kapasiteli şeyler söylemesi de durumu iyice netleştirdi. Özetle uyanık ve dikkatli olun, bu şehrin dolandırıcısı çok.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir